Yaz mevsiminin belki de en sevdiğim yanı, market ve manav tezgahlarında giderek artan çeşitliliği ile yer alan, açıktan-koyu kırmızıya renk renk meyveler. Zengin karotenoit ve polifenolik madde içeriği ile bu meyveler günümüzde birer antioksidan kaynağı olarak kabul ediliyor. Antioksidanların, özellikle kalp ve damar hastalıkları, kanser gibi dünya genelinde en çok ölüme yol açan hastalıklar üzerinde koruyucu ve tedaviye yardımcı olabileceğini ortaya koyan deneysel ve epidemiyolojik saha çalışmalarının sayısı arttıkça bu meyvelere olan ilginin önemli ölçüde arttığını görüyoruz. Ancak, maalesef, konunun nasıl abartıldığını ilgi ve “tebessüm” ile izliyorum! “Kanserden” ya da “kalp krizinden” korunma diyeti adı altında bir porsiyon falanca meyve, bir porsiyon diğerinden gibi öneriler, yazılı ve görsel basında sık sık yer alıyor. İnsanlar meyveleri bir lezzet olarak değil de birer “ilaç” gibi görmeye başladı; “Bu gün mutlaka nar suyu içmeliyim, yarın ise domates suyu! Ama domatesin çekirdeklisinin suyu olmalı?” Antioksidanların tedavi ettiği hastalıkların listeleri hazırlanıyor; ölümden başka her derde deva!
Bir kısım sözde yorumcular ise, antioksidan bileşikleri yarıştırıyor; domatesin antioksidanı havucunkinden daha kuvvetli. Bilinen en kuvvetli antioksidan zeytinde mi, yoksa üzüm çekirdeğinde mi? Diğer taraftan, önemli tıp dergilerinde yer alan bazı bilimsel saha çalışmalarının sonucunda ise, “antioksidanların yararlı olmadığı” şeklinde olumsuz yorumlara yer veriliyor. Hangisi doğru?
Vücut tarafından ne derecede emiliyor?
Bir maddenin insan sağlığı için yararlı olup olamayacağını belirleyen temel etkenlerden biri biyoyararlanımıdır; yani vücut tarafından ne derecede emilebildiği ve kana karıştığında etkisini ne derecede gösterebildiği önemlidir. Bitki bileşenleri vücuda girdiklerinde önemli ölçüde değişikliğe uğrarlar. Dolayısıyla, bitkiler üzerinde kimyasal ya da fiziksel yöntemlerle belirlenen “antioksidan etkinin”, insan sağlığı bakımından yararlı olabileceğini söylemek doğru olamaz. Kimyasal bulguların en azından deney hayvanları üzerinde yürütülen çalışmalar ile desteklenmiş olması gerekir.
Antioksidanların yararı uzun sürede ortaya çıkabilir
Diğer taraftan, vücutta oksidatif hasar sonucu hastalıklar bir günde oluşmaz. Uzun süren bir süreçte meydana gelmektedir. Dolayısıyla antioksidanların da etkisini aspirin gibi 30 dakika içerisinde göstermesi ve hasarı onarması beklenmemelidir. Zaten vücudun kendi antioksidan enzim sistemleri, meydana gelebilecek anlık hasarları önleyebilmektedir. Bizim meyve ve sebzeler ile ya da ilaç formülasyonları ile dışarıdan aldığımız antioksidanlar, vücudun antioksidan gücünü desteklemektedir.
Antioksidan kullanımında çeşitlilik daha önemli
Antioksidanları en kuvvetli, daha zayıf gibi derecelemek yerine farklı kaynaklardaki antioksidanlardan yararlanmaya çalışılması daha doğru olacaktır. Çünkü farklı çözünürlük özelliklerine sahip antioksidanların kullanılması suretiyle vücutta daha yüksek bir yarar sağlanabilecektir. Mesela, ceviz, fındık, badem gibi kaynaklardaki antioksidan bileşenler yağda çözünürken, nar, vişne, yaban mersinindeki antioksidan bileşenler suda çözünmektedir.
Diğer taraftan, vücutta oksidatif hasar çeşitli tip oksijen radikalleri (peroksil, hidroksil, süperoksit anyon radikalleri vb.) tarafından meydana getirilmektedir. Her antioksidan bu radikal tipleri üzerinde etkili olamamaktadır. Dolayısıyla mümkün olduğunca çeşitli antioksidan kaynaklarından yararlanılması, daha geniş ölçekte bir yarar sağlayabilecektir.