Altmış ülkede ikiyüzellibini aşkın kişi üzerinde yürütülen bir epidemiyolojik çalışmada depresyonun, artrit, astım, şeker hastalığı ve boğaz iltihabı gibi süreğen hastalıklara nazaran çok daha önemli bir sağlık sorunu olduğu sonucuna varılmış. Depresyon teşhisi konulan kişi sayısı sadece Amerika Birleşik Devletlerinde yılda onyedi milyon kişi civarında olduğu ve bu rakamın kanser, AIDS ve koroner kalp hastaları toplam sayısından bile daha yüksek olduğu bildiriliyor. Ancak bu hastalıklardan farklı olarak, depresyon erken teşhis ve tetikleyen etkenlerin belirlenerek giderilmesi durumunda ilaç uygulamaları ile etkin bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Diğer taraftan, depresyon ilaçları uzun süreli uygulanması ile ortaya çıkan yan etkileri nedeniyle Amerikan İlaç Dairesi (FDA) tarafından “kara kutu” olarak tanımlanmaktadır. Bilhassa ilaç kullanıcılarında görülebilen “intihar riski” gibi önemli sorunlara dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla depresyon tedavisinde ilaç kullanımını azaltacak alternatif çözüm arayışları sürmektedir.
Çoklu doymamış yağ asitleri günlük beslenmemizin temel elementleri olarak sağlığımız için önemli yararları son yıllarda sık sık gündeme geliyor. Doymamış bağın pozisyonuna göre; omega-3, omega-6 ve omega-9 olarak isimlendirilen bu bileşiklerin bilhassa kalp ve damar hastalıklarından tutun kanserlere kadar bir çok hastalığın gelişimini engelleyebileceği yürütülen deneysel ve saha çalışmaları ile ortaya konuluyor. Omega-3 yağ asitleri; soğuk sularda yaşayan balıklar ve keten tohumu yağı gibi besinlerde, Omega-6 yağ asitleri (linoleik asit); ayçiçeği, soya, mısırözü, pamuk yağları gibi günlük kullanılan bitkisel yağların yanı sıra tavuk eti, yumurta ve hamside, omega-9 yağ asitleri (oleik asit) ise zeytin yağı içerisinde temel bileşen olarak bulunmaktadır.
Çok sayıda bilimsel çalışmada uzun zincirli omega-3 yağ asitlerinin depresyon gelişimini önlediği veya depresyon tedavisinde etkili olduğu yönünde bulgular ortaya konulmuştur. Diğer taraftan, batılı toplumların günlük beslenmelerinde bitki tohumlarından elde edilen yağların tüketiminin giderek artış göstermesi nedeniyle, omega-6 ve bilhassa Akdeniz toplumlarında omega-9 içeriğinin belirgin bir şekilde yükseldiği bildirilmektedir. Bu nedenle, bazı bilim adamları depresyon dahil sağlık sorunlarında görülen artışı bu oranın değişimi ile ilişkilendirmektedir.
Çok yeni yayınlanan bir çalışmada, 1947 erkek ve 2909 kadında ortalama 10,6 yıl süre ile yürütülen bir izleme çalışması sonucunda omega-6 bakımından zengin beslenmenin depresyon riskini artırabileceği sonucuna varılmıştır. Nitekim daha önce yayınlanan bazı klinik çalışmalarda da depresyonlu hastaların dokularında omega-6 seviyesi yüksek bulunmuş, depresyonun ciddiyetinin bu orandaki artış ile birlikte şiddetlendiği bildirilmiş. Yine kalabalık toplumlarda depresyonlu fertlerde omega-6 oranının omega-3 oranına göre daha yüksek olduğu görülmüştür.
Diğer taraftan, bu yeni çalışmada omega-9 yağ asitlerinin ağır depresyon gelişimi riskini azalttığı gözlenmiş. Bu sonuç kanımca son derece ilginç. Balık yağlarının (Omega-3) depresyon üzerinde etkisinin incelenerek herhangi bir etkisinin görülmediği bildirilen çok sayıda bilimsel çalışmada yalancı ilaç (plasebo) olarak deneklere zeytin yağı verildiği görülüyor. Karşılaştırma yapılan zeytin yağının da depresyonları hafifletici etkisi bulunması, balık yağının etkisi yokmuş gibi yanlış yorumlanmasına neden oluyor.
Hangi yağı kullanayım? Omega-3, -6, yoksa -9 mu?
Sanırım aklınıza yukarıdaki soru geliyor; Hangisi?. Doymamış yağ asidi kaynaklarına bakıldığında, her bir kaynak besin ya da yağın içerisinde bir tipin baskın olarak ve diğerlerinin de belirli ölçülerde yer aldığı görülmektedir. Dolayısıyla sağlığın korunması için esas olan omega-3, -6 ve -9 arasındaki dengenin doğru bir şekilde sağlanmasıdır. Mesela, bazı çalışmalarda Omega-6 bakımından zengin bir diyetin menopoz dönemi sonrası kadınlarda göğüs kanseri riskini artırabileceği yönünde bulgular bildirilirken, bazı çalışmalarda bunun doğru olmadığı ileri sürülmektedir. Burada önemli olan, kişisel etkenler, yaşam şekli, beslenme alışkanlıkları gibi sonuca doğrudan etkisi olabilecek etkenlerin bir bütün olarak değerlendirilmesidir. Dolayısıyla her bir çalışmanın sonucuna bakarak farklı beslenme programları uygulamak yerine abartmadan dengeli bir beslenme uygulanması önemlidir.