
Giderek artan dünya nüfusunu besleyecek alternatif kaynaklar arasında en çok dikkati çekenlerden biri de zengin protein ve vitamin içeriğine sahip suyosunları. Durgun tatlı sularda, açık hava su depolarında veya göletlerde ya da denizlerde oluşan bu mikroalgler arasında Spirulina türleri ve Chlorella türleri şu an piyasada en popüler olanları. Protein ve vitaminlerin yanı sıra taşıdığı karotenoitler, klorofiller, mineraller ve renk maddeleri (pigmentler) nedeniyle çeşitli amaçlar ile insan sağlığında yararlı olduğu gerekçesi ile pazarlanıyor. Peki, bu iddialardan ne kadarı bilimsel, ne kadarı gerçek dışı?
“Spirulina” nedir? Etkili midir?
Bu mikroalgler arasında Spirulina (Arthrospira platensis ve A.maxima) türleri Amerika Birleşik Devletleri uzay araştırmalarında NASA tarafından astronotların beslenmesinde başarı ile uygulanması nedeniyle dikkati çekti. Yüzde 70’e varan zengin protein içeriği dışında taşıdığı vitaminler [B-12 vitamini, provitamin A (beta karotenler), tokoferoller (E vitamini)], çeşitli mineraller bilhassa demir, fenolik asitler ve gama linolenik asit gibi vücudumuz için gerekli bileşenleri ile dikkati çekmektedir. Mavimsi rengini veren pigmentler “fikobilinler” (fikosiyanin ve allofikosiyanin), bilirubin gibi safra pigmentlerinin yapısına yakın yapıda olup proteinler ile kompleks oluşturmuştur (fikobiliprotein). Bu tek hücreleri canlıların hücre cidarında selüloz bulunmadığından kolaylıkla sindirilebilmektedir.
Spirulina üzerinde yürütülen deneysel (deney hayvanı ya da hücre kültürlerinde) çalışmalarda elde edilen bulgulara dayanılarak çeşitli kullanım önerileri yapılmaktadır; virüs enfeksiyonları ve alerjilerin tedavisi, bağışıklık düzenleyici, kolesterol düşürücü, antioksidan ve karaciğer koruyucu.
Yapısında bulunan “kalsiyum spirulan” adı verilen sülfatlanmış pokisakaritlerin bazı membran virüslerinin gelişimini engellediği, virüslerin konakçı hücre içine sızmasını önlediği deneysel (in vitro ve in vivo) olarak tespit edilmiştir. Bu virüsler arasında uçuk virüsü [herpes simplex virüsü-1 (HSV-1)], grip etkeni influenza A virüsü, kızamık virüsü, kabakulak virüsü, sitomegalovirüs ve AIDS etkeni HIV-1 virüsü bulunmaktadır. Ancak bu bulgular deneysel olduğu için insanlarda ne derecede etkili olabileceğini ortaya koyabilecek klinik çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Renkli bileşenleri olan fikosiyanin pigmentleri antioksidan olarak peroksil radikalleri üzerinde etkilidir. Bu bileşenin antioksidan etkisine bağlı olarak sıçanlarda karaciğer toksinlerinin zararlarına karşı koruyucu etkisi tespit edilmiştir.
Kronik Yorgunluk şikayeti
Spirulina’nın zengin besleyici içeriği nedeniyle vücudun yüksek enerji ihtiyacını karşılamak üzere bilhassa çok sayıda kişinin şikâyetçi olduğu “kronik yorgunluk” sendromuna karşı pazarlandığı görülmektedir. Teorik olarak değerlendirildiğinde, içerdiği bileşenlerden polisakaritlerin (glikojen gibi) ve gama linolenik asitin insan hücreleri tarafından kolaylıkla emilerek enerjiye dönüştürülebileceği, ayrıca bağırsaklarda yararlı laktik bakterilerin gelişimini artırmak suretiyle de vücutta B-6 vitamini sentezini sağlaması suretiyle bu enerji artışına katkıda bulunması beklenmektedir. Ancak 2007 yılında yayımlanan bir bilimsel klinik çalışmada (plasebo kontrollü ve randomize) Spirulina’nın kronik yorgunluk şikâyeti olan gönüllere günde 3 gram verilmesi ile boş ilaç verilen gruba oranla herhangi bir iyileşme görülememiştir.
Kullanımı riskli mi?
Yapılan güvenlik çalışmalarında herhangi bir yan etki tespit edilememiştir. Ancak alerjik kişilerde, hamile ve emzirenlerde kullanımından kaçınılması önerilmektedir. Spirulina kullanımı ile karşılaşılabilecek en önemli sorun ürün kalitesine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Spirulina’nın üretildiği havuzlarda ya da su kaynaklarına ağır metal bulaşması önemli bir riski oluşturmaktadır. Bu nedenle kullanılan ürünün güvenilirliği son derece önemlidir. Spirulina’nın günlük kullanılması önerilen miktar tam olarak bilinmemektedir; 250 mg ile 5000 mg arasında değişmektedir.
Sonuç olarak, Spirulina ile ilgili olarak ortaya atılan kullanım önerileri bazı öndeneysel bulgulara dayanmaktadır. Dolayısıyla insanlarda hangi miktarlarda ve ne kadar süre ile kullanıldığında etkili olabileceğini gösteren klinik çalışmalara gerek duyulmaktadır. Şimdiye kadar yukarıda bahsettiğim kalite sorunlarına bağlı ortaya çıkabilecek riskler dışında vücut için zararlı bir durum söz konusu olmadığından, daha ayrıntılı çalışmalar yapılıncaya kadar durumun bilincinde olarak kullanılmasında bir sakıca yok gibi görülüyor.