Kalp ve damar hastalıkları, kanser, şişmanlık ve şeker hastalığı; bu dört hastalık grubunun gelişmiş ülkelerdeki ölüm nedenlerinin yüzde 80’inden sorumlu olduğu bildiriliyor. Bu hastalıkların tümünde, besinler ile alınan yağların tipi ve miktarının önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Artık beslenme tarzımızın, alışkanlıklarımızın son derece önemli olduğunun hepimiz farkındayız. Ancak toplumlarda endüstrileşme ve modernleşme arttıkça yaşam şekilleri gibi beslenme alışkanlıklarında da dikkati çekici farklılaşmalar gözlenmektedir. Gelişmiş Batı ülkelerinde günlük beslenmede alınan yağ tipleri incelendiğinde, çoklu doymamış yağ asitlerinden (PUFA) n-6 (omega-6)’oranının n-3 (omega-3)’ e göre belirgin şekilde artış gösterdiği tespit edilmiş.
Memelilerde doymuş ve tekli doymuş yağ asitleri sentezlenebilmesine karşılık, desatüraz tipi enzimler taşımadıklarından, n-3 ve n-6 çoklu doymamış yağ asitleri sentezlenememektedir. Dolayısıyla bu yağ asitlerinin dışarıdan besinler yoluyla alınması gerekmektedir. Bitkilerde ise, genel olarak, n-6 tipi yağ asitleri (linoleik asit) sentezlenmektedir. Bu nedenle, sık olarak tükettiğimiz mısır yağı, zeytin yağı, ayçiçek yağı gibi yemeklik bitkisel yağlarda temel bileşen olarak farklı oranlarda linoleik asit yer almaktadır. Diğer taraftan, bazı bitkilerde n-6’nın yanı sıra alfa-linolenik asit gibi n-3 çoklu doymamış yağ asitleri de sentezlenebilmektedir. Özellikle koyu yeşil renkli sebzeler (ıspanak, brokkoli, Brüksel lahanası) ve bazı tohumlar (ceviz, soya, keten tohumu, hardal tohumu ve kanola) alfa-linolenik asit bakımından zengindir. Ancak bu bitkilerin yağ bileşimlerinde de yüksek oranda linoleik asit bulunmaktadır.
N-3 çoklu doymamış yağ asidi bakımından en zengin besin kaynağı soğuk deniz balıklarıdır. Artık bu bilgiyi herkes, sanırım, iyi biliyor; beslenmesinde balıklara yer veriyor. Ancak her balık aynı şekilde yararlı mı? Adı zor iki madde, eikozopentaenoik asit (EPA) ve dokozahekzaenoik asit (DHA) soğuk deniz balıklarında bulunan n-3 yağ asitleri. Balıklar bunları yedikleri ufak deniz planktonlarından (yosun ve hayvanları) alıyorlar. Bu bakımdan balıkların cinsine göre, yaşadığı bölgeye ve derinliğe göre bu maddelerin oranı değişiyor. Mesela, Atlantik Okyanusunda yaşayan balıklar ile Büyük Okyanustakiler arasında n-3 yağ asidi bileşimi bakımından dikkat çekici farklılıklar bulunmuş. Genel olarak derin ve soğuk denizlerde yaşayan tuna balığı, somon balığı ve uskumrularda bu yağ asitlerinin oranı en yüksek bulunmuş. Biliyorsunuz somon gibi bazı balıklar ülkemizde de yetiştiriliyor, ancak kültür balıklarının içeriğinde denizin soğuk olmasının yanı sıra verilen besin niteliği de önemli. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi, balıklar çoklu doymamış yağ asidini kendi sentezlemiyor, yediği planktonlardan sağlıyor; bu bakımdan ne ile beslendiği önemli; yani ne verirseniz, o!
Yürütülen deneysel ve epidemiyolojik çalışmalar ve vaka bildirimleri, n-3 çoklu yağ asitlerinin kolon ve prostat kanserlerinin önlenmesinde yararlı olabileceğini ortaya koymaktadır. Ancak bu yararın basit bir şekilde, balık ağırlıklı diyet uygulayarak, ya da omega-3 destekleri kullanarak sağlanamayacağı görülmektedir. Deney hayvanı ve insanlar üzerinde yapılan çalışmalar sonucu, tek başına n-3 seviyesinden ziyade, n-6’nın n-3 çoklu yağ asitlerine oranının daha önemli olduğu gözlenmiştir. Diğer bir olası etken de kullanılan n-3 yağ asitlerinin tipi (alfa-linolenik asit, EPA veya DHA) ya da şekli (trigliserit ya da esteri). Bu tiplerin hangisinin daha etkili olduğu henüz bilinmemektedir. Şüphesiz değerlendirilmesi gereken bir diğer önemli etken ise insanların farklı kalıtsal özellikleri (polimorfizm).
Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konuda resmi olarak yürütülen 22 klinik çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalarda dikkati çeken bir bulgu, n-3 çoklu yağ asitlerinin bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri nedeniyle iltihap ve enfeksiyonu giderici özellikleridir. Kanser ameliyatı sonrası n-3 çoklu yağ asidi verilen hastalarda verilmeyenlere oranla enfeksiyon komplikasyonlarının daha düşük olduğu ve bağışıklık sisteminin daha etkili olduğu gözlenmiş.
Sonuç olarak, henüz kesin olmasa da omega-3 yağ asitlerinin kolon, prostat ve göğüs kanserlerinin önlenmesinde yararlı olabileceği, kolon kanseri hastalarının kemoterapiye toleransını artırabileceği ve kanser ameliyatlarından sonra hastaların enfeksiyonlara karşı direncini destekleyeceği yönünde önemli bilimsel bulgular bulunmaktadır. Mevcut verilere göre, omega-3’ün olumlu etkilerinden yararlanmak için balık ağırlıklı bir beslenme programı sanırım yeterli değil, güvenilir marka ve kalitede omega-3 desteklerinin kullanılması düşünülmelidir.