Deşifre ve Herbalist Doktor
Araştırma gazeteciliği, yaratıcılık sınırlarını zorlayan yarışma programları ve diziler ile uyutulan halkın bazı gerçekleri görebilmesini sağlaması bakımından çok önemli bir toplumsal görev üstlenmektedir. Ancak konu sağlık olduğunda program hazırlanırken iki misli daha dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum.
Bilmem izlediniz mi? “Deşifre” programında kendini herbalist olarak tanımlayan ve kanser dahil tüm hastalıkları bitkiler ile tedavi edebildiğini iddia eden bir hekim ile ilgili program yapılıyor. Her ne kadar “hekimin reklamını yapmıyoruz” ifadesini sık sık tekrarlasalar da, sanırım şu an hekimin kapısında yüzlerce kişi kuyruk olmuştur. Malum, sigara paketleri üzerinde de “sigara öldürür” yazıyor, ama en çok sigara tüketilen ülkeyiz; yani bu tip uyarılar pek amaca ulaşmayabiliyor!
Aynı programda daha önce de “ısırgancı assubayın” reklamı yapılmıştı. Isırgancı da, bu herbalist hekim gibi, “insanlık için yapıyorum, para almıyorum” diyordu. O programlardan bir kaç ay sonra beni bir hasta aradı. Arayan kişi yargıda önemli bir poziyonda iken karaciğer kanseri teşhisi konulunca emekli olarak Amerika’ya gitmiş ve orada tedavi görmüş. Ancak tedavinin etkili olup olmadığı konusunda endişesi bulunduğundan, etraftan duyduğu ısırgancıyı aramış. Isırgancı hastaya 100 milyon lira karşılığı paketler içinde 7-8 bitki ve nasıl kullanması gerektiği ile ilgili bir reçete yollanmış. Hasta benden bu bitkiler ile ilgili bilgi verip veremeyeceğimi sordu. Ben de elimden geldiğince yardım edebileceğimi söyledim. Ertesi gün bitkileri bana getirdi. Güzel paketlenmiş ve hepsi bildiğim bitkilerdi. Ancak bu bitkilerden biri Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından “karaciğer kanserine yol açabileceği uyarısı” ile yasaklanmıştı. Hasta karaciğer hastası ve ısırgancının gönderdiği bitki “karaciğer kanserine” yol açabiliyor. Bu sadece benim şahit olduğum bir örnek, daha kimbilir farkında olmadan bu ürünleri kullanan kaç kişi olmuştur, bilmiyorum.
Herbalist hekim, bitkiler ile hiç bir eğitim almamış olmasına karşılık doğaya çıkıp “elleri ile tek tek iyilerini topluyormuş!”. Benim anlayamadığım husus, bunu nasıl başardığı; çünkü 35 yıldır bu işi yaptığım halde ben bunu başaramadım. Manavdan meyve ve sebze seçmek ile doğadan ilaç olacak bitkilerin toplanması çok farklı şeyler. Manavda kavunu dibine basıp koklayarak, domatesi zedelenmemiş ve kırmızı renkli olanını seçerken, doğada meyan kökünü nesine bakıp kazıyor? İlaç olarak kullanılacak bitkilerin seçiminde esas olan biyolojik, kimyasal ve analitik analiz sonuçlarıdır. Bunu gözleri ile yapabiliyorsa, bravo!
Bilimsel yayınlarına gelince; kendisinden “bitkiler konusunda derin araştırmalar yapan ve uluslararası konferanslar veren” biri olarak bahsediyor. Uluslararası bilim indekslerinde (Scopus) yaptığım incelemede sadece çörekotu yağı üzerinde dört çalışmasına rastladım. Bunlar da çok yazarlı çalışmalar ve muhtemelen histolog olması nedeniyle bu ekip içerisinde yer alıyor. Diğer çalışmaları bitkiler üzerinde değil. Çörekotu ile ilgili yayınlar ise sıradan yayınlar. Ayrıca, iddia ettiği gibi çörekotu yağındaki etkili bileşen timokinon maddesini o keşfetmedi, zaten uzun zamandır biliniyordu.
Bu arada içerlediğim bir husus ise, “fitoterapi ve tamamlayıcı tıp” konusunda araştırmalar yapan bilim dalının Türkiye’de bulunmadığı şeklindeki yanlış beyanları idi. Farmakognozi (Doğal ilaç bilimi) ve Fitoterapi (Bitkiler ile tedavi), Eczacılık Fakültelerinin en eski ve köklü bilim dalıdır ve yüzlerce yıldır bu konuda uluslararası düzeyde araştırmalar yapılmaktadır.
Bu program ve herbalist hekim ile ilgili tenkit edilecek hususlar bu kadar değil şüphesiz. Yazıyı uzatmanın da gereği yok. Özetle, araştırma gazeteciliği son derece önemli bir toplumsal görev, ama lütfen doğruları iyi araştırın.
Bir ufak not; yardımcı doçentlik bir görev ünvanıdır. Dolayısıyla üniversite ile ilişkisi olmayan bir kişi için bu ünvanı kullanması söz konusu değil. Doçent olabilmesi için de bir sınava girerek başarması gerekir. O halde doğru ünvanı “uzman doktor” olmalı.
Şifalı bitki veya bitkisel ilaç seçerken nelere dikkat edilmeli
Son yıllarda doğal olan her şeye olan büyük ilgi, bu ilgiyi kazanca dönüştürmek isteyen kişiler veya kurumlar tarafından abartılı bir şekilde kullanılmaktadır. Tamamına yakın kısmı sentetik maddelerden ibaret ilaç veya kozmetik formülasyonlar bile, içerisine az bir oranda bir doğal bileşik veya bitki kısmı ilave edilmesi durumunda “tamamen doğal” adı altında pazarlanmakta. Şüphesiz herkesin ambalaj üzerinde yazılmış (tabi eğer yazılmışsa) bir yığın yabancı ibarelerden ibaret formülü okuyunca hangisinin doğal, hangisinin sentetik olduğunu anlaması mümkün değil. Bazıları “ufak bir yalandan bir şey olmaz” düşüncesiyle olsa gerek, mesela “doğal silikon” (nasıl oluyorsa?) gibi saçma tanımlar yapabilmekte. Bazıları ise “Doğal Bitkilerden....” gibi sloganlar kullanıyor (ne demekse!); acaba kültür bitkileri mi kasdediliyor, yoksa doğadan toplananlar mı? Tabi bu çevre koşulları içerisinde doğadan toplananlar ile ne derecede güvenilirlik sağlanabilir? O da ayrı bir soru.
Bu durum gıda ambalajları veya reklamlarına bile yansımış durumda. Bilmem hatırlar mısınız? Bir ara bir bitkisel yağ firması “kolesterolsüz yemeklik yağ” gibi bir sloganı kullanmıştı. Bitkisel yağda zaten kolesterol olmaz, ama ufak bir yalanın ne zararı var! Aynı durum geçtiğimiz haftalarda bu köşede de incelediğim “kolesterol düşüren margarinler” için de söz konusu. Ya herbalist, baharatçı veya aktarlardan satın aldığınız şifalı bitki veya baharatlar. Hiç düşündünüz mü ne derecede güvenli. Marketten güzel ambalajlanmış olanı aldığınızda daha mı iyi, daha mı güvenilir, acaba? Gönül ister ki, tabi mantık da, yetkili kurum ve kuruluşları bizleri olası risklerden korusun. Ancak bu, ne ülkemizde, ne de Amerika veya Avrupa’da söz konusu değil, henüz. Yani bir ürüne Amerika veya Avrupa’dan gelmiş diye güvenip alıyorsanız, şunu söyleyim, ülkemiz onlardan bazı konularda daha iyi durumda. Sizlere bu köşede bu tip doğal ürünleri seçerken ve satın alırken nelere dikkat edilmesi gerektiği hususunda bazı ipuçları vermeye çalışacağım.
Deşifre ve Herbalist Doktor; “İkinci perde!”
Deşifre programında tedavileri masum bir şekilde “ücretsiz olarak” yaptığını beyan eden kişinin Adana’da ve isteyenlere posta ile 600 YTL karşılığında bir “tedavi seti” pazarladığını öğrendim. Doğrusu geçen hafta bahsettiğim ısırgancı assubay ile ilgili hikayeden sonra bu bir sürpriz olmadı. Deşifre programı vasıtasıyla müthiş bir reklam yapıldı. Tebrikler.
Tedavi setinin içeriğinde dokuz farklı ürün yer alıyor; bitki suları, bitki macunları, bitki çayları, arı sütü, balık yağı ve yanı sıra iki özel isimli formül. Bileşimleri belirli değil, her birinin içerisindeki üç veya dört bitkiden bahsedilmiş, diğerleri ve oranları verilmiyor. Bahsi geçen bitkilerden biri “karabaş otu”. Ancak bu bitkinin uçucu yağının dörtte biri kafur tipi bileşikler taşıyor. Dolayısıyla karaciğer üzerinde zararlı etkileri söz konusu olabililir. Diğerleri ile ilgili yorum yapabilmek için miktarlarını bilmek gerekir. Tedavi seti içerisinde yer alan bir formülasyon için ise “giderek ayran gibi milli içeceğimiz haline gelmektedir” şeklinde iddialı bir ifade kullanılıyor. Tamamen doğal olduğu ifade edilen bu formülün içeriği kersetin, oleanolik asit, gentisik asit vb. bir çok kimyasal maddeden ibaret. Bu maddeleri bilenler, bitkilerde de bulunduğunu dolayısıyla doğal sayılabileceğini düşünebilirler, ancak bitkisel bile olsa, bitkilerden ayrılarak saf halde tedavide kullanılan kimyasal maddelerin yaratabileceği riskler, diğer sentetik maddelerden farklı değildir. Çünkü bitki içerisinde bulunan bir kaç bileşenin birlikte etki etmesi ile sağlanan birleşik etki (sinerjistik etki), her bir maddenin ayrı ayrı saf halde uygulanması ile aynı yararı sağlayamayacağı, bu nedenle daha yüksek miktarlarda uygulanması gerekebileceği, ancak bu durumda da zararlı etkileri ortaya çıkabileceği bilinen bilimsel bir gerçektir. Mesela, herkesin hafızayı kuvvetlendiriyor diye bildiği Ginkgo biloba yapraklarının tedavide ekstresi kullanılmaktadır. Neden? Etkili bileşiğinin ginkgolitler olduğunu biliyoruz, neden saf halde bu maddeyi vermiyoruz? Çünkü, saf halde 120-240 mg miktarda ginkgolitlerin sağladığı etkiyi, yaprak ekstresi 10-20 mg ile sağlayabiliyor. Neticede vücuda 10-20 defa daha az madde verildiği için de yan etki riski azalıyor. Esas önemli bir husus ise pazarlanan bu ilacın hiç bir resmi kurumdan, bırakın Sağlık Bakanlığı, Tarım bakanlığından bile aldığı bir satış izni bulunmuyor ve de iyi gelmediği hastalık yok, belki ölüm hariç!
İşin ilginç tarafı internet sitelerinde yer alan tüm adresler, yazımın yayınlanmasından sonra hemen kayboldu. Hepsi aynı metni taşıyan bir kaç pazarlama sitesi kaldı. Bu sitelerde “mutlaka hekiminizin tedavisini uygulayın, bu tedaviler tıbbi tedavilerin yerine geçmez” şeklinde standart ibareler yer alıyor. Yani hukuki boyut da halledilmiş. Artık “ok yaydan çıktı”. Beni üzen kısım, internetteki sitelerine dertlerini yazarak Ö. Coşkun’dan medet uman kişilerin okuduğum mesajları, hikayeleri. Ne diyelim, inşallah hepsi beklediği şifayı bulur. Bulamazsa ne olacak? Sorumlusu kim? Acaba Deşifre programı, bu gibi tezgahları gün ışığına çıkarabilecek, özenle hazırlanmış, akılcı, gerçekçi ve cesur bir program yapabilir mi? Kimbilir?
Şifalı bitki veya bitkisel ilaç satın alırken nelere dikkat edilmeli?
Eğer yaprak, kök gibi bitki kısımları yani “Ham Bitki Materyalleri” satın alacaksanız nelere dikkat etmelisiniz.
Aktar veya baharatçılardan mı alıyorsunuz?
Aktar veya baharatçı dükkanı önünde çuvallar veya kutular içerisinde sergilenen rengarenk kurutulmuş bitkiler ne güzel görünüyor. Sizin gibi ilgilenenler de var, kalitesini anlayabilmek için kutunun içinden bir miktar avucuna alıp ovalıyor, kokluyor, ve tekrar kutuya bırakıyor ve tezgahtara “şundan yarım kilo veriver” diyor. Tezgahtar bir torba alıp eli ile bir kaç tutam torbaya aktarıp tartıyor. Satın almayı düşündüğünüz kurutulmuş bitkileri acaba şimdiye kadar kaç kişi elledi, mıncıkladı? Elleri de nerecede temizdi? Bu arada son zamanlarda “eline naylon eldiven giyerek” bu işi yapanlar arttı, ama eldivenlerin kaç yüzüncü defa kullanıldığı tartışılır! Yoksa paketlenmiş olanları almak daha mı iyi diye düşünüyorsunuz. Ama paketlenmeden önce ne durumda saklandı veya işlendi! Saklandığı yerlerde haşere ve kemirgenlerden ne derecede korunuyordu?
Acaba doğru bitki mi?
Doğada yetişen türlerin toplanıp kurutulması durumunda doğru bitkinin toplanıp toplanmadığı önemli bir sorun. Yanlış bitkinin toplanması sık olarak görülen bir durum. Bazı durumlarda çok benzeyen zehirli bitkiler bile satılabilmekte. Mesela, gerçek papatya son derece güvenilir bir bitki, yeni doğan bebeklerde bile gazını gidermek ve rahat uyumasını sağlamak üzere öneriliyor. Ancak Hıfsı Sıhha Zehir Danışma Merkezi kayıtlarında bilhassa çocuklarda “papatya zehirlenmesi” vakaları kayıtlı. Bu nasıl oluyor? Ülkemizde “Gerçek Papatya”ya (Matricaria recutita) benzeyen 30-40 kadar bitki var. Büyük veya küçük çiçekli, beyaz veya sarı renkli, halk hepsini “papatya” diye adlandırıyor. Ancak bazıları kuvvetli etkiye sahip; mesela çiçekleri papatyaya çok benzeyen “gümüşdüğme” (feverfew; Tanacetum parthenium) migren tedavisinde oldukça yararlı ve piyasada ilaç halinde de bulunuyor. Ancak bu bitkinin kuvvetli etkisi nedeniyle bebeklere verilmesi uygun değil. Papatyaya benzeyen bir başka bitki olan “kanarya otu” veya “küllüce” (Senecio türleri) ise taşıdığı zehirli maddeler (pirazolidin alkaloitleri) karaciğerde damar tıkanması (hepatik venooklüsif hastalık) neticesi karında su tutulması, karaciğer büyümesi gibi belirtiler ile seyreden son derece tehlikeli bir duruma yol açabiliyor. Hatta Amerika’da Meksikalı bir annenin, çocuğunun öksürüğü için sığırkuyruğu çiçekleri yerine yerel bakkaldan satın aldığı Senecio bitkisini kullanması nedeniyle bir bebeğin ölümü kayıtlarda yer alıyor. İlginç bir gözlemim doğada hayvanlar bu bitkiyi yemiyor. Ama biz insanlar ayırt edemiyoruz.
Yanlış yerel isimler ile bitkilerin kullanılması son derece sakıncalı
“Doğru bitki mi” tartışmalarında başka bir boyut ise, yerel isimler ile toplanan bitkilerin yanlış bitki olabilme olasılığı. Bu nedenle biz eczacılar her zaman “Latince” bilimsel adının kullanılmasını öneririz. Bunun bir örneği 1990’larda Belçika’da bir zayıflama kliniğinde zayıflamak için hastalara verilen Çin ilaçları ile yaşanmış ve yaklaşık 2000 hastanın çeşitli şikayetler ile hastanelere başvurduğu, bazılarına ise böbrek nakli yapılması gerektiği kayıtlıdır. Büyük bir skandal şüphesiz! Buradaki neden, Çin’de, kullanılması gereken bitki ile zehirli bir bitkinin Çince isimlerinin aynı olması. Tabi bitkileri uzman botanikçiler toplamadığı için “Fang-chi” adı altında köylüler zehirli bitkiyi toplayarak göndermişler. Benzer durum ülkemizde de var. Her yörede farklı bitkile aynı yerel isimler altında kullanılabiliyor. Bitkilerin yerel isimleri genellikle bir özelliklerine göre verilir. Bu nedenle ülkemizde, mesela en az 20 farklı bitkinin “basur otu” olarak adlandırıldığını belirledik. Hatta bunlardan biri için Dünya Sağlık Örgütünün dikkat uyarısı var.
Diğer taraftan, çoğu kez bitkilerin yakın bireylerinin (diğer türleri) etkili olmadığı bilinmektedir. Mesela, sadece Hypericum perforatum bitkisinden elde edilen kantaron (St. John’s wort) etkilidir. Ülkemizde 70-80 kadar benzer Hypericum türü vardır ve ancak bunlar aynı etkinlikte değildir. Dolayısıyla piyasadan aldığınız bitkinin istenen tür olup olmadığını anlayamazsınız. Bu nedenle, en doğru bitkiler tarlalarda yetiştirilerek elde edilebilebilir.