Yazılı ve sözlü basında Domuz gribi olarak adlandırılan H1N1 tipi inflüenza A virüs vakalarına bağlı bazı ölümlere ilişkin haberler yer alıyordu. Aslında, domuz gribi virüsü, 1918 yılında “İspanyol gribi” olarak kimi kayıtlara göre 20 milyon, kimi kayıtlarda ise 100 milyon kişinin hayatını kaybettiği virüsün soyundan geliyor. Son olarak 2009 yılında yol açtığı salgında tüm dünyada 8300 kadar kişinin yaşamını yitirdiği bildiriliyor. Yani, aradan geçen yüzyıllık süreçte hala bu virüs ile mücadelede tam bir başarı sağlayamamışız.
Virüs enfeksiyonları ile mücadelede maalesef ilaç seçenekleri oldukça sınırlı. İlk akla gelen seçenek Grip aşısı uygulanması, ancak sınırlı bir koruma sağlayabiliyor. Bunun başlıca nedeni aşının hazırlanış stratejisi gereği virüs tipinin bir önceki yıl yaygın salgın etkeni olan virüsler arasından seçilmiş olması ve dolayısıyla uygulandığı dönemde bu virüsün ne derecede yaygın salgına yol açacağının bilinmemesi. Ayrıca virüsün bu süreçte uğradığı mutasyonlar ve uygulamanın yeterince hızla ve kapsamlı bir şekilde uygulanamaması gibi olumsuz etkenler söz konusu. Ancak yine de yüksek risk grubu hastalarda (ileri yaşta, diyabetli, kardiyovasküler hastalıklar, vd.) risklerin bir dereceye kadar azaltılması amacıyla, koruyucu olarak uygulanması öneriliyor.
Virüslere karşı kimyasal ilaç seçenekleri ise çok sınırlı. Çok eski bir ilaç olan amantadin virüsün hücre içine girmesini engelleyebiliyor. Ancak çeşitli zararlı etkilerinin yanı sıra bu ilaca karşı kolaylıkla dirençli virüsler gelişebilmesi nedeniyle artık tercih edilmiyor. Yeni bir ilaç grubu ise oseltamivir gibi nöraminidaz inhibitörleri. Etkisini inflüenza virüsünün enfekte olan hücreden diğerlerine yayılmasını önleyerek gösteriyor. Ama maalesef bu ilaç da artık leblebi gibi hekimler tarafından reçetelenmeye başlandı. Nitekim bu ilaçlara karşı da dirençli virüs suşlarının ortaya çıktığı bildiriliyor. Yani bu gidişle antibiyotikler gibi yakın bir süreçte bu ilaçlar da etkisiz kalacak.
Ne varsa yine doğa da var! Bilimsel araştırmalar bitkilerde bulunan, özellikle bazı polifenolik yapıdaki (basit fenoller, fenolik asitler, flavonoitler, prosiyanidinler) ve aromatik bileşiklerin doğrudan virüsler üzerinde etki göstererek ya da dolaylı olarak bağışıklık sistemini uyararak etkili olabildiğini ortaya koyuyor. Özellikle polifenolik bileşiklerin virüsler üzerindeki etkilerinin yanı sıra yapısal özellikleri nedeniyle iltihap giderici, oksidatif hasarı giderici ve bakteri enfeksiyonlarına karşı etkilerinin de bulunması üst solunum yolu enfeksiyonlarına (ÜSYE) karşı mücadele ve tedavisinde geniş kapsamda etkili olabilmektedir. Bitkisel ürünlerin diğer en önemli avantajı ise bitkisel bileşenlere karşı virüs ve bakterilerin direnç geliştirememesi.
Peki, Domuz gribi, Kuş gribi ya da bir başkası bu hastalığa karşı nasıl mücadele etmeliyiz?
En önemli husus virüs çoğalmadan, hücre içine girmeden onu engelleyebilmek. Bu nedenle toplu yerlerde (toplu taşım, okul, AVM’ler vd.) çok bulunuyorsanız, çevrenizde hastalananlar varsa koruyucu olarak önleminizi almanız gerekir. Bu konuda ilk iki gün çok önemli. İnflüenza virüsüne karşı mücadelede ağız ve burun ilk savaşın gerçekleştiği yerler. Buralarda virüsü geri püskürtmemiz gerekiyor. Bu konuda bitkiler bize geniş olanaklar sağlayabiliyor.
Öncelikle bitki çaylarını bu dönemde daha sık olarak tüketmeliyiz. Yeşil çay, adaçayı, ıhlamur bu konuda en önemli yardımcılarımız. Gerek hastalıktan korunmak ve gerekse tedavi sürecinde bu çayları “şekersiz olarak” gerçek bal ilave ederek sıklıkla tüketin. Ayrıca yeşil çay veya adaçayı ile yoğun derişimli (yüzde 5-10) çay hazırlayıp onunla gargara yapın. Yapılan araştırmalarda yeşil çay içerisindeki kateşinlerin (epigallo kateşin gallat vd.) virüsün çoğalmasını engellediği gösterilmiş. Adaçayı içerisindeki sineol ise fırsatçı bakterilerin gelişimini engelliyor. Bu husus önemli, çünkü soğuk algınlığı enfeksiyonlarından ölümlerin çoğu virüsün zayıflattığı bağışıklık sistemi nedeniyle bakteri enfeksiyonlarına bağlı olarak gerçekleşiyor.
Laden (Cistus sp) benim en gözde bitkilerimden biri. Bu bitkiler üzerinde çok sayıda yayımlanmış bilimsel çalışmamız bulunuyor; ülser tedavisi, iltihap giderici, ağrı kesici, kan şekerini düşürücü ve virüs öldürücü. Şimdilerde pembe çiçekli laden (Cistus incanus) bitkisi popüler. İçerisindeki polimerik polifenoller hem virüsün çoğalmasını önlüyor, hem de fırsatçı bakterilerin gelişimini engelliyor. Etkinliği insan klinik çalışmaları ile de gösterilmiş.
Mürver (Sambucus nigra) ise yine en çok sevdiğim, üzerinde çeşitli araştırmalar yürüttüğümüz bitkilerden biri. Bitkinin yapraklarının ülser tedavisi, iltihap giderici, ağrı kesici, yara iyileştirici etkileri konusunda bilimsel araştırmalarımız var. Mürver meyvelerinde bulunan antosiyanin tipi bileşikler yine son yıllarda inflüenza virüsüne karşı etkisi ile popüler oldu.
İnflüenza virüsüne karşı savaşta yardımcı olan bir diğer bitkisel ürün ise Güney Afrika sardunyası (Pelargonium sideoides). Ben damla şeklinde ürünün kullanılmasının etkili olacağını düşünüyorum.
Gördüğünüz gibi doğa her zaman olduğu gibi bizlere sağlığımızı korumak, hastalıkları tedavi etmek için her türlü olanağı sağlıyor. Doğada saklı bu zenginliğin keşfedilmesi, biz bitki araştırıcılarının öncelikli görevi. Ancak daha önemlisi onları akılcı ve etkin bir şekilde kullanabilmek. Çünkü virüs üremeden, hücre içerisine geçmeden önlem almazsak işimiz zor. Ayrıca yararlı olacak düşüncesi ile bilinçsiz şekilde tüketilen bitkisel ürünlerin yarardan ziyade zarar verebileceğini de unutmamız gerekir.