
Dünya Sağlık Örgütü’nün 25 Eylül 2009’da yayınlanan son raporuna göre bu güne kadar dünyada 300.000 kişinin domuz gribi hastalığına yakalandığı ve en az 3917 kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Önümüzdeki Aralık ayından itibaren daha kapsamlı yeni bir salgın ortaya çıkması bekleniyor. Nitekim Sağlık Bakanı Sayın Dr. Akdağ geçen hafta bu konuda ülkemizdeki olası felaket senaryolarını bir olasılık olarak değil, kesin ifadeler ile ortaya koydu. Aşı yapılmazsa 21 milyon kişi hastalanacak ve 5600 kişi ölecek. Aşı yapılırsa kayıp oranı 400’e düşecek.
Gelişmiş ülkeler aşılama yoluyla vatandaşlarını bu tehlikeden mümkün olduğunca korumaya çalışıyor. Ülkemizin de bu konuda gereken önlemleri aldığı bildiriliyor. Ancak aşının hızla geliştirilmesi nedeniyle ne derece güvenli olabileceği tartışılıyor. Çevrede fikirlerini sorduğun akademik kişiler ya da hekimlerin büyük bir kısmı bu konuda oldukça tedirgin görünüyor. Bir konu hakkında önfikirli olmaktan her zaman kaçınmaya çalışmışımdır. Ama yine de insan “acaba” diye düşünüyor?
Amerikan İlaç Dairesi (FDA) olası riskleri iki grup altında değerlendirmiş. Aşı uygulanan yerde kızarıklık, şişkinlik ve ağrı gibi bildiğimiz lokal aşı reaksiyonları görülebiliyor. Üretici firmalardan biri tarafından yapılan bir çalışmada aşı uygulananların sadece yüzde 1’inde kas ağrısı, halsizlik, bulantı ve ağrı gibi ciddi sistemik yan etkilerin görüldüğü, diğer üretici firma tarafından yapılan uygulamada ise hiç bir ciddi etki görülmediği bildiriliyor. Hastaların yüzde 36’sında kas ağrıları gibi hafif yan etkiler görülüyor. Bu çalışmalarda bazı uzmanların endişe duyduğu nörolojik (Guillain-Barre sendromu gibi) ya da bağışıklık sistemi üzerinde herhangi bir olumsuzluk görülmediği bildiriliyor. Ufak bir toplulukta gözlenen bu ön bulguların, aşının milyonlarca kişi üzerinde uygulanması ile de benzer şekilde seyredip seyretmeyeceğini bilemeyiz. Ama “iki ucu keskin kılıç”: Aşı olmak ya da olmamak!
Acaba kapsamlı aşılama olanaklarına sahip olamayan ve kalabalık nüfusa sahip ülkelerde ne şekilde önlemler alınıyor?
Dünyanın en kalabalık ülkesi Çin. Resmi kayıtlara göre şimdiye kadar 14 581 kişi domuz gribine yakalanmış ve ölüm vakası görülmemiş. Çin Hükümeti 65 milyon kişiye H1N1 aşısı uygulamayı planlamış. Rakam büyük ama ülke nüfusunun sadece yüzde 5’ini kapsıyor. Bu nedenle, geleneksel Çin İlaçlarının kullanılması öneriliyor. Bunlardan biri “Lian Hua Qing Wen” iki Çin bitkisinin karışımı; altınçanak (Forsythia suspensa) meyvesi ve hanımeli (Lonicera sp.) çiçeği. Çeşitli hastahanelerde yapılan farklı geleneksel Çin ilacı formülasyonları ile yüksek oranda (yüzde 88) iyileşme sağlanabildiği bildiriliyor. Komşu ülke Tayvan’da ise 1918 yılında başka bir salgın yapan İspanyol gribinin tedavisinde yararlanılan şeytantersi (Ferula assa-foetida) ‘nin domuz gribine karşı da etkili olabileceği ileri sürülüyor.
Hindistan dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi ve şimdiye kadar domuz gribinden 277 kişi ölmüş. Hindistan Hükümeti kendi olanakları ile sürdürdüğü aşı geliştirme çalışmalarının Nisan 2010’dan tamamlanamayacağını bildiriyor. Bu nedenle, bağışıklık sisteminin kuvvetlendirilmesi için bir Hint bitkisi olan Tinospora cordifolia, zencefil kökü, bir fesleğen türü (Ocimum tenuiflorum) içeren ilaçlara halk arasındayüksek talep var.
Amerikan İlaç Dairesi (FDA) ve Federal Ticaret Komisyonu (FTC) internet üzerinden pazarlanan bu tip Doğu Asya ilaçlarının kullanılmaması gerektiği konusunda uyarılar yapıyor. Ancak yine de gerek sözlü ve gerekse yazılı basında bu konuda çok sayıda önerilerin yer aldığı görülüyor. Bu bitkiler arasında ekinezya, sarımsak, Uzakdoğunun tanınmış mantar türleri maitake, reishi ve shiitake de yer alıyor. Bu bitkisel koruyucu ve tedavi önerileri arasında hekimler tarafından üzerinde durulan bazı bitkiler kanımca önemli. Çin Astragalusu (Astragalus membranaceus), zerdeçal (Curcuma longa) ve zencefil (Zingiber officinale) kökleri, probiyotikler ve Güney Afrika sardunyası (Pelargonium sidoides). Bu bitkilerden daha önce de yazılarımda bahsetmiştim. Özellikle bağışıklık sistemi üzerindeki etkileri çok sayıda bilimsel çalışma ile ortaya konulmuş.
Aşılamanın diğer adı “bağışıklama” olarak bilinmektedir. Yani aşı ile vücudumuzun bu virüse karşı direncinin artırılması amaçlanmaktadır. H1N1 aşısını uygulamak ya da uygulamamak kişisel tercih şüphesiz, ancak her halikârda bağışıklığı destekleyen bitkisel ürünlerin vücudun direncini kuvvetlendirebileceği düşünülebilir. Bu konuda bilinçli olmak son derece önemli, çünkü bağışıklık sisteminin kontrolsüz bir şekilde ve kalitesi belirsiz ürünler ile desteklenmeye çalışılması yarardan ziyade zarar verebilir. Bu konuda uzmanların yardımı önemlidir. Bekleyen bu tehlikeye karşı Sağlık Bakanlığımızın, yetkili kurumlarından izin almış kalite belgeli bağışıklık sistemi ilaçlarını geri ödeme sistemine alması önemli bir yarar sağlayabilecektir.